İngilizce, Fransızca, Arapça ve Farsça, yani az veya çok bildiğim bütün diller, içinde "isim cümlecikleri" olan karmaşık ve uzun cümleleri bağlaçlarla yapmaya meylederler. Türkçe'nin yazı dilinde ise karşımıza tarih içinde şöyle bir manzara çıkar: Türkçenin ilk kez yazı dili olduğu Eski Anadolu Türkçesi devrinde adı geçen dillerdeki bu meyil Türkçeye de hâkimdi. Bu noktada bilhassa Farsçanın tesiri büyüktü. Türkçe ilk kez bir yazı dili oluyor, ilk kez Türkçeyle karmaşık ve âlimane cümleler kuruluyordu; o hâlde son derece normal ve beklenir bir şeydi ki bin yıllara dayalı bir yazılı geleneği olan Farsçadan bu gayeyle faydalanılsın.
Ancak bu devre geçilip 16'ıncı ve özellikle 17'inci yüzyıla gelindiğinde işler değişti. Bu yüzyıllardan itibaren "-dığı", "-masını" gibi isim cümleciği eklerinin ve bunlarla yapılan "girişik cümle"lerin hâkim olduğu şimdiki yaygın cümle yapısı hâkim olageldi. Bu cümle yapısının biraz uç bir örneği olarak şu cümleyi verebiliriz: "Ahmet Ayşe'nin Hasan'ın ondan kaçtığını anlamamasını garipsiyor." "Ki" bağlaçlı cümle kuruluşu bu asırlarda yok olmamakla beraber, hâkimiyetini kaybetti. Hele hele Cumhuriyet devrinde "dil ırkçılığı" sebebiyle tamamen yabancı ve düşman ilan edildi ve kullanımdan daha da düşme meyline girdi.
Bu süreç, kanaatimce, Türk lisanı için bazı mühim sıkıntılar doğurdu. Şöyle ki, girişik cümleleri anlamak daha zordur, çünkü bunlar iç içe geçen cümleciklerden oluştuklarından zihne daha büyük bir biliş yükü, hafıza yükü bindirirler. Bağlaçla sıralanmış cümlelerde cümlenin zihne yüklediği biliş/hafıza yükü daha hafif olur, çünkü her bir isim cümleciği birbirinden kesin hatlarla ayrılmıştır.
Şimdi popüler yazılardan, bir gazeteden aldığımız bir cümleyle konuyu örneklendirelim. Cem Küçük'ün geçen günlerdeki bir yazısından:
"Paralel çete toplam 130 ihalede Okyanus Grubu'nun devleti 350 milyon lira zarara uğrattığını iddia etti."
Burada iki cümle(cik) var ve bunlar iç içe girmişler:
1. "Paralel Çete (şunu) iddia etti" (ana cümle).
2. "130 ihalede Okyanus Grubu devleti 350 milyon lira zarara uğratmış" (yan cümle
Cem Bey'in -ve şu zamanda hemen herkesin- yaptığı gibi bu iki cümleyi iç içe sokmak ve "giriştirmek" yerine bağlaçla birleştirsek, daha kolay anlaşılır bir cümle elde ederiz. Gerçi cümle kısa olduğundan fazla sıkıntı hissetmemiş olabilirsiniz, ama ya daha uzun bir akademik cümle olsaydı?
Bağlaçla birleştirmek için de iki yol düşünebiliriz.
Birinci ve daha yaygın yol şudur: Önce yan cümle söylenir, bağlaç yerine "diye" kullanılır. "130 ihalede Okyanus grubu devleti 350 milyon lira zarara uğratmış diye paralel çete iddia etti." (Özne --paralel çete-- cümlenin sonunda gelseydi cümle kulağa daha aşina gelirdi, ama bunu yapıp cümleyi "devirmek" istemedim.)
Epeydir "Farsça" diye kötülenegelen, oysa kanaatimce insan zihni için daha iyi olan ikinci yola gelelim: Önce ana cümle söylenir, böylece asıl meram anlatılarak söze başlanmış olunur. Böylece bağlaç olarak da "diye" yerine "ki" kullanılır: "Paralel çete (şunu) iddia etti ki 130 ihalede Okyanus grubu devleti 350 milyon lira zarara uğratmış."
Her ne kadar cümle kısa olup her hâliyle kolay anlaşılır olsa da, kanaatim odur ki aradaki fark yine de hissedilir derecededir ve bu yüzden ben de meramımı sarîhen ortaya koymuş sayılırım.
Şimdi bu yazının ikinci paragrafında verdiğim cümle örneğine geri dönelim: "Ahmet Ayşe'nin Hasan'ın ondan kaçtığını anlamamasını garipsiyor."
Bu cümlede iç içe geçmiş üç cümlecik görüyoruz: 1. Hasan Ayşe'den kaçıyor 2. Ayşe bunu anlamıyor. 3. Ahmet bunu garipsiyor. Bu cümlecikleri yukarıdaki gibi iç içe geçirmek yerine benim teklif ettiğim tarzda yazdığımızdaysa şunu elde ediyoruz: "Ahmet (şunu) garipsiyor ki Ayşe nasıl anlamaz ki Hasan ondan kaçıyor." Bu sefer de "ki" fazlalığı sizi rahatsız ettiyse, şu formülü de deneyebilirsiniz: "Ahmet (şunu) garipsiyor ki Hasan'ın kendisinden kaçtığını Ayşe nasıl anlamaz."
Yanlış anlaşılmak istemem: Bütün yan cümlelere bu yöntem uygulanmaya kalkışılıp her yan cümle ki bağlacıyla kurulacak olsa, buna ben de karşı olurum. Çünkü bu usul ancak işe yarar olduğunda kullanılmalıdır. Aşikardır ki bu bağlaç Türkçeye yüzde yüz entegre olmadı ve sadece belli alanlarda yaygınlık ve anlaşılırlık kazandı. Bilhassa sıfat cümlecikleri (mesela "gelen adam", "gördüğüm çocuk" gibi cümlecikler) ancak çok nadiren "ki" bağlacıyla yazılmalıdırlar, aksi hâlde ifadelerimiz kulağa aşırı na-âşinâ ve hatta bozuk gibi gelecektir.
Bu satırların yazarı o kanaattedir ki "ki" bağlacının Türkçeye sağladığı imkânlar zamanla aklı olan herkesçe anlaşılacak ve Türkçe bu sayede daha geniş ve esnek bir ifade kabiliyetine kavuşacaktır. Bana kalırsa ancak bu gibi tedbirlerledir ki Türkçe bir yazı dili ve bilhassa akademik yazı dili olarak varlığını koruyabilir. Zira akademik veya ciddi Türkçeye bugün hâkim olan girişik cümle yapısı onu biliş yükü (cognitive load) bakımından aşırı ağır kılmaktadır, bir başka tabirle bu tür cümleleri anlamak için aşırı büyük bir "işler hafıza (working memory)" sarfına ihtiyaç vardır. Gerçi uzun cümleler her zaman bu yüke sebep olurlar, ama zannımca bu yazı şunu izaha yetmiş olmalıdır ki niçin bağlaçlı cümleler bu açıdan iç içe geçmiş olanlardan daha hafiftirler ve onlara yeğdirler. Bu tür cümleler daha sık kullanıldığında, bunu ilk başta yadırgayabilirsiniz, başkaları da yadırgayacaktır. Ancak bu hâle kolayca alışılacak, aşina olunacak, böylece artık Türkçe daha makul bir hâle gelmiş olacaktır.
...
Hâmiş: Türkçenin içinde bulunduğu "dönemeç" hakkında daha önce bir yazı daha yazmıştım, fakat şu farkla ki orada "kelime haznesi" meselesini ele almıştım. Onu da tavsiye ederim: Kıt Türkçenin Yaklaşan Sonu ve Bir Dönemeç.
Hâmiş 2: Bu yazı en son 25 Şubat 2018 tarihinde yenilendi.
Bilgiyle beslenen, bilgiyi besleyen ve bilgiyle besleyen insanlar için çok değerli bir yazı olmuş. Ellerine ve zihnine sağlık.
YanıtlaSilBence bu konu kesinlikle 'yetkili makam'lara anlatılmalı. Bilhassa akademik düzeydeki kişilerin, böylesine bir aydınlanmaya ihtiyacı olduğu artık kesin olarak ortada. Sen buna dikkat çekmeseydin, ben hâlâ ''ki'nin ayrı yazılanına bağlaç denir, bundan gayrısı bitişik yazılır"dan öteye söz etmiyor olacaktım. Bir de şu 'gidiyor olacaktım, yapıyor olacaktınız' 'şey'i var. Bu konu için de -sanırım- Bahadıroğlu 'kat'a olmaz, olamaz' demişti. Bir ara bunu da efkâr-ı umumiye açmak lazım değerli kardeşim :)
Banu abla, cevabınız için teşekkür ederim ve geri dönmekteki gecikme için affınızı istirham ederim.
SilYani Yavuz Bahadıroğlu şunu mu dedi ki "yapıyor olacaktı" tarzı ifadeler Türkçeye aykırıdır? Eğer bunu kasdettiyseniz galiba buna pek katılamıyorum. Bu şekilde bir cümle kurmaya çalışıyorum, mesela şu olabilir:
"Eğer beni dinleseydin, köşeyi dönmüş ve Hawaii'de tatil yapıyor/yapmakta olacaktın."
Burada virgülden sonra şu da denebilirdi: "köşeyi dönecek ve Hawaii'de tatil yapacaktın", fakat bu sefer de tatil yapma işinin zamanı ifade edilmemiş olunurdu, yani tatilin şu anda yapılıyor olacağı vurgusu kaybolurdu.
Gerçi tekrar düşününce, fiilin kipini değiştirmek yerine "şimdi" kelimesini eklemek de aynı işi görürdü: "köşeyi dönecek ve şimdi Hawaii'de tatil yapacaktın". Ama "yapıyor olacaktın" demek niye tamamen yanlış olsun ki?